İstanbul doğumlu. Denizlerde geçirdiği beş yıl haricinde yirmi altı senedir Beyoğlu’nda yaşıyor.
Eğitimine Radyo ve Televizyon Programcılığı Bölümünde devam ediyor.
Motosiklete olan tutkunluğu, yazılı ve görsel alandaki arayışa sebep olduktan sonra dünyada hiçbir
benzeri olmayan ilk motosiklet romanı GECE SÜRÜCÜSÜ’nü Türkiye’deki beş milyona ulaşan
motosiklet sevdalıları için hazırlayıp yayımlattı.
Motosiklet tutkunu olan kahramanımız Mahir Keskin’in suçla kavrulmuş hayat hikâyesini anlatırken, İki teker dünyasındaki dostluk ve insan ilişkilerini, yaşamak için suç işlemenin aslında o kadar da basit olmadığını ve her insanın bir karanlık tarafı olduğunu okura yansıtıyor. Caddelerdeki hırs ve unvan yarışında ödenen her bedelin ağır olduğunu gözler önüne seriyor.
9 Eylül sabahı derin bir sarsıntı ile uyanırım
Yastığıma bir kuyu kazılır.
Yarım kalır tüm şiirler
Sevdalara kırılırım.
Sabahlığımdaki huzursuzluk
Dikenli bir ipekte gizlenir.
Anahtar yuvasında bir gölge var.
Soyunsam utanıyorum soyunmasam da...
Bir Eylül sabahı doğdu katilim.
Merhametsiz bir sultan!
Baka kalıyor aynalarda
Arıyor kendi kendine, kendi gibisini
Bulamıyor serçenin pembesini.
Bensiz şehirlere yağıyorsun yine
Kimliksiz ruhlara sarılıyorsun.
Gölgene bir kez dokunmaya gör, üşürsün.
Çünkü sen ; Bağdat'ın öteki yüzüsün...
Öldür beni sevgili! Acımasızca öldür!
Öyle bir kere değil,
Mutlak olan bir hikmetle
En keskin kelimelerinle öldür.
Dipsiz kuyulara atar gibi
Tarihteki en asil şekilde öldür.
Kalbimden hançerler gibi
Gözlerine bakar gibi
Sen gibi…
Tüm sevdalar bir damla kan için değil mi?
Ben ki,
Kaderimi kaldırıp atabiliyorsam ayaklar altına
Çorak toprağın derinliklerinde,
Sarılabiliyorsam mavi kadifeme
Ve bu sevdanın yükünü
Kazıyabiliyorsam kendi mezar taşıma.
Hiçliğin en dibinden yükselirken göğe,
Kucaklayabiliyorsam Tanrının esvabını.
Tüm günahlarımın ağırlığıyla, güzel sevgili!
Cennetindeki kıyametinden korkarım…
Ve şimdi
Prens adalarının en büyüğünde
Gökkuşağından damlayan her bir yağmur tanesi
Gölgelerde vakur güzellikte parlıyor.
Kalbimde çelikten bir tat var,
Durmaksızın yer değiştiriyor.
Oysa
Parçalayabilseydim bileklerimi
Hiç tanımadığım bir kadının küvetinde,
Ballı bir şarap gibi boşalsaydı taze kanım
Cüretkâr sarhoşluğum yanıma kar kalsaydı…
Ve kaldırabilseydim üzerindeki bu laneti
Sevmeni sağlayabilseydim aciz beni
Sonra,
Yüce sevdamı kondurabilseydim narin kanatlarına
İşte o anda cennete yükselir
Tüm günahlarımı üflerdim tanrının kalbine
Kalbimdeki çelik tadıyla…
Kırmızı semtlerde yürürken
Kara yağmurlarda ıslan
Yanındaki kurbağayı öp ki
İçin kanlansın.
Ya da bırak prens mezarından doğsun
Aç acına…
Bir lahit daha patlarken topraktan
Tüm mahremiyet gözyaşında gizlenir
Şeytan dili bile on yılda bir açar
İlk intiharında uykuların kaçar
Aforoz edilirsin.
Daha hangi çiçek kokarsın bilemiyorum.
Papatya mı desem orkide mi?
Bu saatte ne işin var burada?
Ne günah işledin de karşımdasın?
Yağmur olukları can suyu vermiş saçlarına
Toprak kokusu terinde,
Yanakların kızarmış belli ki utanmışsın.
Bu saatte ne işin var burada?
Ey gönlümün şahı güzel sevgili
Kokuşmuş insan hurdalığında
Keskin bir kılıç parlıyor gözlerinde
Tanrı dizgisi dişlerin kırılmış.
Bu saate ne işin var burada?
Bu canavar kamyonun, bu kanın sahibi kim?
Yok yok Tanrı bile bu kadar acımasız olamaz
Olursa da yıkılsın tapınakları sarayları!
Azrail başucunda grejuva ateşi yudumluyor
Bir hayaletin karısı kollarımda…
Ankara sıcağında eriyorum
Mektubum ulaşmadı sanırım
Dün gece ütüldüm yine kumarda
Cebimde bir simit parası
Ama çok bozuk vermeye utanıyorum…
Bedenime sinekler yapışıyor
Ankara çok sıcak Hermine
Telefon kulübesindeki adam
Bana bakarak konuşuyor
Sanki benimle konuşuyor
Ah yanıma gelse otursa
Sohbetimiz olur
Belki kendi sesimi duyarım.
Sarayburnu açıklarında lüfer kovalıyorum
Sandalım nemden parlıyor
Sol yanağım felçten düştü
Balık oltasındaki gırtlağım
Yutamıyorum yutkunamıyorum…
Sahilde kuru bir kalabalık
Polis sirenleri
Bana bakıyorlar, bu bir intihar mı olmalı?
Kalbimin üzerine çingene kuşu konar
Sahile erişemiyorum.
Tahran çarşısında hızla yürüyorum
Kasıklarım şişti, kimliğimi çaldılar. Korkuyorum bir ayağım sınırda kaldı Ceplerimde mayın taşıyorum. Tahran çarşısında hızla yürüyorum İnsan yüzleri bulanık gözleri kanlı Bir avuç kar istedim arabdan Kemiklerimi kırdılar. Üç yüz bin karabasan var sırtımda Taze leş kokuyorlar Dört dil biliyorum, dördü de kanlı Kimliğimi çaldılar korkuyorum…
Kanatlarım bedenimden büyük
Çelebi görse hasetinden çatlar
Yedi tepe üzerinde süzülüyorum
Martılar konuşmuyor benimle
Kargalar ise pek kurnaz
Kazdıkça kazıyorum
Az kaldı maviye
Ama ne güzel süzülüyorum
Nereye baksam oradayım
İnsan gölgesine tükürüyorum.
İblisler Dolmabahçe'de namazda
Işıklarda bekliyorum
Yumruklarım çatırdıyor.
Bekle dediler bekleyemiyorum
Mavi gözlü conilere bileniyorum
Taksimden aşağı inin hele
Kıralım hürriyet feribotunu kafalarında
34 kulaç var 52 yıldıza
Filikalarda balıklar aşılanıyor
Deniz’i gören 6.filonun
Kemereleri titriyor.
Hava kurşun gibi ağır
İnatçı bir sevdalıyım saplantılı
Jilet kesiyor bıyıklarım
Paslanmış gemi hurdasında…
Üsküdar’dan beri takipteyim
Bastığın asfaltı soluyorum
Sakın arkana bakma
Ben tutuyorum on iki aylık duvağını
Düğün araban şarampolde Hermine
İçerisinde kimseler yok…
Zehir gibi çalıyorum notaları zehir
Cıva üstüne cıva içiyorum
Gitarımda sessiz harf kalmadı
Kendi sesimi duyamıyorum…
Odamda kara kuru gök kuşağı
Kafama kafama vuruyor kitapları
Sessiz bir fırtına düştü içime
Poyraz yüz yakıyor…
Liman üstüne liman
Üstünde boş bir cekettim
Kalemin mürekkebi gömleğimde
Kendi sesimi duyamıyorum…
Geceye döktüm tüm sırlarımı
Sesimi duyan sağır oldu.
Bazen bir kadın bazen iki
Sabah olmadı olamadı.
Mezarımın üzerinde dans edelim
Saat birde saat birin şerefine.
Altı çizili kelimeler dökülürken şişeden
Bir kadeh daha içmem içemem.
Gazete kâğıdı örtülüyor üzerime
Keskin barut kokusu hala dilimde
Cümlelerim iki kelimeden kısa
Sevdim demem diyemem…
Altı kez patladım
Mavi beyaz sancağa
Tek kişilik orduyum
Ciğerlerimde verem dumanı
Altı kez yankılandı sesim
İsveç’ten Bavyera’ya
Mısır’dan İzmir’e
Hasan Tahsin kim? Bilmiyorum.
Kule dibinde uzanıyorum
Süngü yaraları ceketimde
Aşk olsun
Âdem elmamdaki
İlk kadın sesine…
32 yaşında Viyana’dayım
Yanımda dişi bir peygamber böceği ellerini ovuşturuyor
Aromalı sigaram bitmek üzre…
Cebimde üç çakmağım var
Lağımda yüzüyor, ölüme teğet geçiyorum…
32 yaşında Viyana’dayım
Yanımda kızgın kadınım sesi kısılmış sırtlanlara bakıyor
Yanlış günümde buluştum
Bir duble rakıya bin yelkenli
Memleket aşeriyorum…
Bir duble daha Hermine
Yalvarırım bir duble daha
Sonra kalkıp gideceğim bu şehirden
Karamürsel gemisi kalkmak üzere Haliç’ten
Belki bir daha göremeyeceksin çirkin beni!
Büyükçe bardağa koy şarabımı
Deniz gibi dolsun taşsın ama
Sen dökmeden getir Herminem…
Şaraba susadım ne olur yalvarırım
Sana söz borcumu ödeyeceğim
Bir duble daha ver ki yarımı burada bırakayım.